24 Aralık 2015 Perşembe

“ÇOCUK DA YAPARIM KARİYER DE” DİYEN KADININ ÇOCUĞU MU MUTLUDUR, KOCASI MI?



“ÇOCUK DA YAPARIM KARİYER DE” DİYEN KADININ ÇOCUĞU MU MUTLUDUR, KOCASI MI?


Ömür Gedik Hürriyet'teki köşesinde bugün "Çocuklarını dadıyla büyüten kadınlara karşıyım" diyen Cem Davran'a cevap vermiş. Özetle, kariyer yapan kadının çocuğunun daha mutlu olduğunu savunmuş. Kendisini ve kızını göz önünde bulundurarak verdiği bu yanıt, kendisi açısından doğru. Ama Bu ülede çalışan bütün kadınlar için geçerli mi acaba bu yanıt?
Kadınlar isterse kariyer de yapar, çocuk da. Kariyer yapan kadınlar eminim ki, iş dışında kalan zamanlarını çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmeye ayırıyor, böylece hem çocukları hem de kendileri mutlu oluyordur. Yine eminim ki, bu kadınların ev işleri konusunda kendilerine full destek olacak ya çok becerikli kocaları, ya da bu işleri yapacak yardımcıya verecek yeterli paraları vardır. Ya da İstanbul trafiğinde her gün 4 saat vakit kaybetmiyorlardır.
Bir de şu açıdan bakalım olaya. Kadın kariyer sahibi filan değil. İstanbul’da yaşayan ve çalışan milyonlarca sıradan kadından biri. Aylık ortalama 1500-2000 TL maaş alıyor. İşe toplu taşımayla gidiyor. Eviyle işyeri aynı yakadaysa günde 2 saatini, farklı yakadaysa 4 saatini yolda geçiriyor. 9’daki işine yetişmek için 7’de evden çıkıyor. Mesaiye kalmasa bile 6’da işten çıkıp 8’de eve geliyor. Ki Türkiye’de işverenler para ödemeden mesai yaptırmaya bayılır. Bu sıradan, çalışan kadın geliri sebebiyle ev işlerine yardımcı tutamaz. Her işini kendisi yapar. Çocuğunu ayda 1000 TL verip kreşe filan da yollayamaz. Ya annesine baktıracaktır, ya kayınvalidesine. Bu demektir ki, el kadar sabi her sabah 6’da mesai yapar gibi annesiyle birlikte yataktan kalkacak üstünü giyinip,  anneanne ya da babaanne birinin evine gidecek. Akşam annesi gelip alana kadar orada büyükannesiyle birlikte TV seyredecektir.  Çocuk okula gidiyorsa; boynunda anahtar taşımayı, okul dönüşünde tek başına eve gelip kapıyı kilitleyip oturmayı, kendi yemeğini hazırlamayı, yağmurlu havalarda gök gürültüsünden korkmamayı öğrenecektir. 
Akşam karı koca aynı anda bile eve gelseler, koca TV karşısına geçer, kadın mutfağa gider, yemek hazırlar. Sonrasında kadın masa toplar, bulaşık makinesi doldurur boşaltır. Çamaşır yıkar, ya da toplar, ya da ütü yapar, sabahtan kalan dağınıklığı toplar. Ertesi günün yemeğini pişirir. Gece 12 de yatana kadar kadın 1 dakika oturacak zamanı zor bulur. Ama pratiktir. Takip ettiği diziyi ütü yaparken izler mesela. Çocuğunun anlatacağı paylaşacağı bir şey varsa, bulaşık makinesini boşaltırken dinler, akıl verir. Fasulye ayıklarken çocuğun ödevine yardım eder.
Bu döngü hafta sonu da aynen devam eder. Zira hafta içi yetişmeyen işler, evin alışverişi, temizlik vs. hafta sonuna kalır. Çocuk zaten devlet okuluna gidiyordur. Ve tek kurtuluşunun iyi bir Anadolu lisesi ya da iyi bir üniversite kazanmak olduğuna iman etmiştir. O yüzden spor, resim , müzik için harcayacağı zamanı dersanede test çözerek geçirir. Anne babasını her zamanki gibi akşamdan akşama görür.
Bu evde ne kadın mutludur, ne de çocuk. Bir tek mutlu kişi vardır; o da yegane sorumluluğu para kazanıp evini geçindirmek olan ama, bu tek sorumluluğu da karısıyla paylaştığı için hafiflemiş, keyfine bakan koca.

29 Eylül 2015 Salı

ANADOLU'DA IRKÇILIK YAPMAK KOMİK

Ayşe Arman'ın Mimar Sinan Üniversitesi mezunu bir Türkolog olan Ali Canip Olgunlu ile yaptığı "Cami de biziz, kilise de... Sinagog da biziz, tapınak da" başlıklı röportajı ve röportaja yapılan yorumları okudum az önce. Her zamanki gibi bazı yorumlardaki, ırkçılık, dar görüşlülük kanımı dondurdu.
Kimi insanlar için anlamak, kabullenmek bu kadar mı zor; bu topraklarda yaşayan herkes Türk ve Müslüman olmak zorunda değil. Kökeninin Türk olduğunu ispatlamak zorunda da değil.
14 bin yıldır medeniyet var bu topraklarda ve biz onların torunlarıyız. 1071 de Malazgirt savaşını kazanınca mevcut halklar pılısını pırtısını toplayıp gitti, Türkler de gelip onlardan boşalan yerlere yerleşti diye bir durum yok.  Türkler de geldi, mevcut halkların yanına yerleşti. Kültürler birleşti.  Tabi ki yönetici sınıf Türkler olunca, Türkçe yaygınlaştı, ana dil haline geldi ama yerleşik halkların dilleri de birden bire kaybolmadı ki. Ailelerin içinde konuşulmaya devam etti, bir kısmı günümüze kadar geldi. Türk kültürü baskın gelse de Anadolu’da o güne değin var olan kültürlerden etkilendiler, tıpkı Müslüman olduktan sonra Arap  kültüründen de etkilendiğimiz gibi.
Ermenistan sınırı açıldığı ve Ermeni televizyon kanalları Doğu Karadenizde izlenebilir hale geldiğinde Hemşince bilen ( evet böyle bir dil var) Hemşinliler fark etti ki Ermeniceyi anlıyorlar.  Hemşinde bugün yaşayan herkes kendisini Müslüman- Türk olarak tanımlar.  Ama Hemşince diye bildikleri dilin Ermenice’nin bir lehçesi olması şaşırtıcı mı? Bence değil.  Bu gerçek o insanlara bir hakaret de değil. Adı üstünde "gerçek" sadece.
Türk dili ve kimliği’nin yanında başka dil ve kimlikler barındırmak, bizi ancak zenginleştirir. Hain yapmaz.  Hain diye vatanını, milletini satana, çocuklarının geleceğini türlü çeşit yöntemle çalana denir. Hain diye, kişisel çıkarlarını ülkesinin çıkarlarının üzerinde tutana denir.  Hain diye, geleceği düşünmeden bu ülkenin kaynaklarını bugünden har vurup harman savurana denir.
Bu konuda başkaca da ne denir bilmiyorum!...